Biz,siz,O'nlar...



Herkese kısmet olmayacak şey, "aşkla" anılan bir ölümdü onunki. Rahmet dileyen, hemen ardından ekliyordu haber bültenlerinde, sosyal medyada:  "Yaman aşkı"na kavuştu! Bu yüzdendir ki, bana ölümü, günümü-gençliğimi, en çok aşkı sorgulattı Meral Okay; bir kez daha, bu kez giderayak...
Pek çokları gibi ben de eşinin ardından yazdığı o içten yazıyı vefat haberini aldıktan sonra okudum. Aşık olma halini ve dahasını aşkı gibi katıksız yalansız dolansız nasıl güzel anlatmış...
Bu toplumun yaşantısının her yönüyle 12 Eylül'den öncesi ve sonrası diye ayrıldığı konusunda hemfikiriz pekçoğumuz da; yalnızlığımız ve aşksızlığımızla bu kadar alakalı olduğunu; Meral Okay'ın gidişi ve ardından okuduğum o yazı ile bu kadar net ayırt edebildim.
12 Eylül öncesini ve acılarını yaşamış, yara almış, saramamış o güzelim umutların mimarı, kocaman yürekli insanlar gibi olamayız biz. Onlar gibi aşık olamayız, dost olamayız, beceremeyiz, çünkü eksik büyüdük biz. Bu eksikliğimiz paçalarımızdan akıyor, yarım yamalak sözcüklerimizden, yaşam tarzlarımızdan, görmeyen gözlerimizden... Bu yüzdendir ki onlar gibi bakamayız biz.
Aşk bir sızma hali değil, neslimizde. Usul usul sızamıyoruz birbirimizin hayatlarına; birkaç eşya, belki bir küpe, bir diş fırçası, kafası güzel birkaç cümleyle yavaş yavaş dahil olamıyoruz, canımız çektiyse küt diye giriyoruz; tüketecek birşey kalmadığında ardımızda bir posa bırakıp gidiyoruz. Bazen içip ağlıyoruz, geride bıraktığımız posa o anlarda yalancıktan ete kemiğe bürünüyor aklımızda, sever gibi yapıyoruz, ardından yas tutar gibi; o halimizi seviyoruz çünkü. Hüznü ve şiirleri de böyle tüketiyoruz.
Oysa hala yaşayabilenler varsa bilirler, aşk tüketilebilen birşey değidir, portakal gibi kabuğunu soyup yiyemezsin, rengini beğenmediğin yanlarını kesip atamasın. Aşk; kalp atışlarının hızlandığı an, içine düştüğünü farkettiğin o saniyelik bir tek anın sonsuzluğudur ve baktığın gözler ne renkse, o renktir. Bize anlatamadılar bunu, anlatacak olanlar, voltadaydı o sıra.
Bundandır ki biz de yanlış anladık. Aşk, arkadaşlık, paylaşmak, dilimizde dönüp duruyordu da, hoşçakal demeye bile dilimiz dönmüyordu, koskoca bir ayrılığı yüzkırk karaktere sığdırabilme becerisiydi yaşadıklarımızdan öğrendiğimiz.
Zaman ilerledikçe evlerimiz küçüldü, "ben anca sığıyorum"u öğrendik. Onlar gibi arkadaşımız için hazırladığımız odalarımız olmadı bizim. Evin fazla odaları, çamaşır odasıydı. Kirli sepetlerimizi koyduk. Sonra hayatlarımıza da anca sığabildik. "Kanka", sosyal mecra hitabıydı, kabuk tutmuş yaralarımızı koparmak suretiyle kankardeş olmak cesaretini bulamadık hiçbirimiz.
Adlarımızı ikiye bölüp ardına komik ekler katarak, kısaltmayı marifet saydık.Bundandır ki hiçbirimizin dağlara yazılacak bir aşkı olmadı. Hiçbir dağ kaldıramazdı bu trajikomik vaziyeti zaten. Oysa ne güzeldir sevgilinin ismini söylemek... ve aşk, beş altı harflik bir ses dizisini, yüzünde anlamsız bir gülümseme,geceler boyu tekrarlamaktı eskiden. Şimdilerde bunu yapanların sebebi, unutmamak ya da karıştırmamak oldu. Haklıydık belki de; bütün kadınlar ve erkekler birbirine benziyor günümüzde.

Nasıl oldu, nasıl becerdiler bilmiyorum... Meclisten geçen yeni düzenlemeler mi, radyodan konuşan generaller mi sebepti, yankiler mi, konuşunca haddi bildirilmiş o yüzden çocuklarına susmayı öğretmiş ebeveynler mi, kestiremiyorum. O generaller, hiç yaşlanmayan, yaşlanamayacak olan o yürekli çocukların; sorguda,idam sehpasında ve bilimum kardeşi kardeşe kırdırtma oyunlarında can verenlerin, ardından dağılan yüreklerin hesabını  nerede ve ne şekilde verir bilmiyorum ancak, koskoca bir genç neslin yalnız, aşksız, "kendi bacağından asılmak isteyen koyun tarifinde" büyümesinin hesabını da eklemek gerek fikrimce...
Sevgili Meral Okay; sen yatağını yadırgamayacaksın biliyorum, yanında sevdiceğin, ışıklarla uyuyun... Vasiyet etmişsin; öldükten sonra yakın beni diye, ama bizde adet, aydınların öldükten sonra değil hayattayken yakılmasıdır, bilirsin...
Rahmetle, sevgiyle...




Vitrindeki Van Gogh

Kötü bir rüya gördüğümü söylediğimde, “Sus, sakın kimseye anlatma. Suya anlat. Akıp gitsin” derdi anneannem. Ben de koşa koşa bahçedeki ta...