one more suitcase







Yastığımı yatağın ayak ucuna koyup dizlerimi karnıma çekerek yatıyorum. Müzik yok. Gözlerim geziniyor. Duvardaki "give peace a chance" afişi, duvarlara monte bolca kitap rafı, dikiş ipleri ile sarkıtılmış 45lik plaklar, 80lerden kalma crown marka radyo, pembe çevirmeli telefonum, minolta fotoğraf makinesi, bilimum genetik, patoloji, anatomi textbookları; her objede bir ya da birkaç saniye bekleme yapıyor bakışlarım. Parmaklarımı iç organlarımda gezdirmek gibi birşey bu. Hepsi bana ait. Kaybetmiş ve yeniden bulmuş gibi değilim. Hep burada ve bana aitlerdi, görmüyordum yalnız. Kendimde açtığım koskoca bir yarık sayesinde hepsine dokunabiliyorum artık. Yaramı dikene kadar böyle yabancı gibi dokunmaya devam edeceğim onlara.

Dönmek, gittiğin yerin yanına kattıkları ile geçmişine varmaktır. Yaşadıklarının; daha uzak bir geçmişe izdüşümüdür.


Valizlerini elinden bıraktığın an duyduğun ev kokusu, bir tür karşılamadır, o kokuda biraz hatıraların, biraz misafir kolonyası, en çok annen vardır.
Her zaman en az bir valiz fazlasıyla dönersin.  O artı bir valiz, senin gittiğin yerden, bir gün geri döneceğini hesaba katmadan edindiğin eşyalarla doludur ve onları koyacak yer bulman haftalarını alır. Artı bir valiz, senin hayatını yeniden inşa etmeye gösterdiğin dirençtir artık. İçindekilerle birlikte valizi evin bir odasına bırakıp üzerine kapıyı çekersin. "şimdiden özledim" geçer içinden. İçinden çıkarıp odaya kapatırsın onu da.

Hayat, sıfıra meyilli bir göstergedir ve sıfırla yüzleşmek cesaretidir dönmek.


İçinde bulunduğun zaman diliminin göstergesi ise saatlerdir ve üzerlerinde yalnız sayma sayıları vardır. Senin göstergen o an sıfırı gösteriyor olsa da ve hiç de öyle hissetmesen de zamana dahil olmuşsundur aslında, 

ve o zaman diliminde, aynı boylamda yer alan diğer insanlar gibi senin için de, uyanma vaktidir. 




                                                 ***********


Dipnotsorusu: O değil de sahi, neresi sıla, neresi gurbet?




il y'avait une fois...

                       


Dünya, içinde milyonlarca hikaye olan mavi kaplı bir kitap.

İnsanların hikayeleri durmadan birbirleriyle kesişiyor. Kendi hikayemizi yazarken aynı zamanda başka hikayelerin kahramanları oluyoruz... Kimisinde yardımcı rolde, kimisinde iz bırakan, kimisinde karşıdan karşıya geçerken göz göze gelinen bir a kişisi. Kimi zaman zincirleme tesadüflerle kesişiyor hikayelerimiz, kimi zaman kendiliğinden, sırf öyle olması gerektiği için. Birbirimizin hayatlarında yer bulmamızı sağlayan ise tek bir cümle aslında; iki farklı hikayede aynı anda kurulan...

Bir insanı sevmeye başladığın yer cümlelerdir.


Baktığında, konuştuğunda, dokunduğunda içinden dökülen cümleler kadar yer bulur kahramanların hikayende .  Hiçbir zaman sayısını öğrenemeyeceğın cümleler içinde kullanıldığın kadar varsın kesiştiğin hikayelerde... Senin görüp okuyabildiğin; hikayelerinizin ortak alanıdır yalnız. Geriye dönük hatırlatmalarda kaç kez adının geçtiğini, ya da bir bardak rakının yanında nasıl betimlendiğini asla bilemezsin... Zira, beraberken kurulan ve hikayelerimize yazılan ortak cümlelerin anlamları bile yalnız cümlenin sahibinde gizlidir.

Adam; kadının "Bir fincan çay daha?"
diye sorduğunu yazar;
Kadın; ona gitme, dedim... der. 
biraz daha kal yanımda.


Cümleler ard arda birleşip bir yol ayrımına çıktığında, yazdığın cümleleri geriye dönüp tekrar tekrar okuyarak hikayenin gidişatına karar vermek zorunda kalırsın... ve hikayen, bir şehirlerarası otobüs terminalinde mekan değiştirirken; ardında kalan şehirde yarım kalmış bir iç hikaye bırakırsın...  Yeni paragraflara gebe yol alırken; hikayende birinci tekil şahsın başını otobüs camına yaslamış uzun uzun iç çektiği yazar, aklı fikri, ilk kez açık bırakmadan çıktığı koridor lambasında evinin. 
Şu hayattaki en dramatik şey, geri kalan kısmını yalnız iki kişinin okuyabildiği yarım kalmış bir hikayedir ve en büyük imtihandır hayatta; bizzat geçtiği mekanı, yazamadığın hikayeyi okuyarak terk etmek.

Her yeni yol ayrımında bir silgiye ihtiyaç duyarsın. Yahut geriye dönük noktalama rötuşları yapabileceğin sihirli bir kaleme. Geçmişteki bir noktayı baş aşağı uzatsan her şey düzelecek gibi hissedersin. Fakat kendi zihninde sihirli bir dokunuşla virgüle çevirdiğin küçük noktanın, kahramanı olduğun hikayede nokta olarak kalacağı gerçeğini değiştiremezsin...
Velhasıl hoşçakal asla bir virgül değildir. Kalemin en sert darbesi,  hikayenin keskin virajıdır.


                                                                            ******                                                                 

Dipnot: Bizim hikayelerimizde, gökten üç elma düşmez. Düşse düşse ayva düşer. Afiyetle yeriz.
Biz dünyalılar buna -aşk- deriz.


Vitrindeki Van Gogh

Kötü bir rüya gördüğümü söylediğimde, “Sus, sakın kimseye anlatma. Suya anlat. Akıp gitsin” derdi anneannem. Ben de koşa koşa bahçedeki ta...