Temiz olanın lekelendiği, doğru olanın karalandığı, iyi olanın yok edildiği, saf olanın çürütüldüğü bir zamanda, biz, insanlar yani, ne kadar gerçek olabiliriz? O, cebimizden çıkarıp adamına göre takındığımız yüzlerimizden, hayat tecrübelerimizden öğrendiğimiz taktiklerimizden ne kadar vazgeçebiliriz?

Maskelerimiz; bizim zırhlarımız. Bu yüzden; gün içinde gülümsüyor, dişlerini sıkıyor, sinirlenip susuyor, zulasında biriktirdiği ifadeleri takınıyor insan; gece olunca herkes kendi bencilliğiyle uykuya dalıyor. Gördüğümüz rüyaları unutmamız bu yüzden belki. Rüyalar, kendimize söylediğimiz yalanların çetelesi.

İçinde bulunduğun planlı sistem, örneğin patronuna, hislerini söylemeni engeller çünkü. Söylersen zam isteyemezsin. Senin içinden renkler taşar, belediye şehrin bütün merdivenlerini griye boyar. Eski bir arkadaşın,en iyi şairlerin en aşık dizelerini paylaşır, en güzel arabası olanla evlenir.

Çünkü aşk, artık yazıldığı gibi yaşanan bir dil değil. 
Adamına göre bürünülen romantik bir yaşam formu yalnız.



                                                         *****



-Eskiden bütün bunlardan sıkılınca şehirden giderdin, diye böldü münasebetsizce.

- İyileşebilecek kadar gidebilir misin mesela? dedim.


-İşte, bütün bu gitmeler, hep o "uyuyunca geçer"ler yüzünden, dedi.












Vitrindeki Van Gogh

Kötü bir rüya gördüğümü söylediğimde, “Sus, sakın kimseye anlatma. Suya anlat. Akıp gitsin” derdi anneannem. Ben de koşa koşa bahçedeki ta...