üçhaziran.

                                         


Yaşamanın zor, yazmanın daha zor olduğu bir dönemdeyiz.
Hayır, günlük hayatlarımızda bize dayatılan sürüyle saçmalıktan ötürü değil, günün yarısını, günün o yarısının bitmesini bekleyerek geçirdiğimiz için değil, iç sesimiz sayıp söverken gülümsemek zorunda kaldığımız için değil, hissizleştiğimiz, herkesleştiğimiz, sıradanlaştığımız için değil; bütün bunlar en kötü, acemi bir dille kelimelere dökülebilir. Çok kasarsan saçmalıklar üzerine neşeli birşeyler bile yazabilirsin.
Ölüm üzerine karanlık dizeler, gidenin arkasından müthiş bir özlemle art arda kelimeler dökülebilir kaleminden.
Ama bir annenin, on dokuz yıl görmeye, öpmeye, bakmaya doyamadığı oğlunu vura vura; acıta acıta katledenler ile mahkeme salonunda göz göze gelişini anlatamazsın. İnsan hayatının bu anını anlatacak harf dizisi yok. O gözlere 6 saniye bak, göğsüne oturan öküzü kaldırıp yazabiliyor musun bakalım.
Başka bir annenin, oğlunun ardından toprağa varışının, dünya üzerinde var olabilmiş hiçbir dilde karşılığını bulamazsın. Daha önce hiç karşılaşmamış, birbirinden farklı bakan, farklı gülen, farklı öfkelenen annelerin, ortak acılarıyla nasıl aynı kadın olduklarını anlatabilecek kelimeleri boncuk gibi dizemezsin. Havada asılı kalır o kelimeler, düşüp yan yana gelmeye utanırlar.
Bütün bunların ve daha fazlasının yaşandığı topraklarda, iktidar sahiplerinin tut-arsız-lıklarını görmezden gelmene hiçbir bulantı ilacı tesir etmez.
O noktada susarsın. Miden çok bulandığında ağzını sımsıkı kapatıp söylenenlere kafa hareketleriyle cevap verirsin ya, öyle susarsın.
Sustum ve her yazmak istediğimde yürüdüm ben de. Ayaküstü muhabbetlerin ortasından geçtim. En çok da Pazar günleri yürüdüm. Ertesi gün Pazartesi sendromuna girecek insanların arasından geçip gittim. Karakteri asgari ücrete patates çuvalına dönmüş insanlara omuz attım. Daha yerel seçim öncesiydi,  "Bunlar hep seçim öncesi karalama kampanyası, şu İzmir'i bir alsınlar bak, sen o zaman hizmeti gör" dedi bir amca. Hıyar mı alıyosun beyamca, sokaklar bizim! demedim. Deseydim öyle demezdim zaten. "Sahilinde bira içemediğim denizi k.çıma mı." neyse derdim bir şeyler. Herşeyi kolayca sindirebilen insanların arasından geçtim. O sırada kulaklığımda Pearl Jam'in Black çalıyordu. Gökdelenlerin yanıbaşındaki gecekondularda büyüyen çocukların yanından geçtim. Boya sandığının üzerindeki ayakkabıları boyuyorlardı. Ayakkabı kutularına gitti aklım haliyle. O ara bu muhabbet vardı, artık haliyle konuşulmuyor. Ayakkabı sandığından ayakkabı kutusuna uzanan arsız bir mozaiği var bu ülkenin. Herkes kendini borçlu sanırken ne kadar da alacaklı oysa. IMF borçlarının belki ama yirmilerini görmeden sona ermiş bir hayatın geri ödemesi yok. Babasının bir çuval içinde cansız bedenini kilometrelerce taşıdığı Muammer, bir ömür eksi bir buçuk yıl alacaklı bu hayattan. Babasını sorma, ömrü kadar karın tokluğu alacağı var. Devlet babanın sevmediği tavan arasındaki çocukların, her gün salonda bir akşam yemeği alacağı var.
İhsan Oktay Anar, Kitab-ül hiyel'de şöyle demiş;
"Ustaların kılıç yapmak için saatlerce ve günlerce dövdükleri demir neden serttir bilir misin? O, insanoğluna hemen boyun eğmez. Çünkü onların, kendisiyle işleyecekleri suçları bilir. Bu yüzden de ortak olacağı günahların bedelini ateşte dövülürken peşinen öder."
İnsanlar birbirlerini kılıçlarıyla öldürmüyorlar artık. Kağıt paralarıyla öldürüyorlar. o kağıt, döner dolaşır bir isim listesi olur örneğin. Madenden cenazesi çıkanların listesinin yazılı olduğu, üzerinde umutlu işaret parmakları gezinen bir liste oluverir günün birinde. Kağıdın günahının bedelini, üzerinde gezinen, ismi yazılı genç adamların çocuklarının minik işaret parmakları ödetir.
İnsanlar birbirlerini kılıçlarla öldürmüyorlar artık.
Sol yanlarından söküp çıkardıkları vicdanlarıyla öldürüyorlar.

Tarihe bakıyorum, 3 Haziran.

Nazım, uykusunda bile yitirmediği hasretle yummuş bugün gözlerini. 
Ali İsmail'i öldüresiye dövmüşler, geçen yıl bugün.
Kim bilir kaç kişi, birilerinin cebindeki parasından çıkan kurşunla öldü yine bugün.
Hiçbir, günlük astroloji sayfasında buna dair bir cümle yok.
Üzgünüm Rezzan Kiraz, 
İnsanlar o kadar kötü ki korkarım bu ülkede bir daha asla aşık olamayacağım.









************

-Adalet, diyorum,


Ya ruhundadır, ya hiçbir yerde.



********


Vitrindeki Van Gogh

Kötü bir rüya gördüğümü söylediğimde, “Sus, sakın kimseye anlatma. Suya anlat. Akıp gitsin” derdi anneannem. Ben de koşa koşa bahçedeki ta...