Ofsayt veyahut nutella.


"Her şeyin üst üste geldiği" anlar vardır. "Daha kötüsü olamaz" diye içinden  geçirdiğin anda zihnin, olabilecek daha kötü ihtimalleri gözünün önüne getirir. O andan itibaren kederli bir zorunluluk olur memnuniyet artık.


Kötü; yaşın ilerledikçe aslında o kadar da 'kötü' olmadığını anladığın göreceli bir tanım iken, değerli olan senin duyarlılığınla orantılı olarak yarattığı aydınlanmadır. O anda sigaranın külünü kahvenin içine dökebilir, ya da uzamış külü düşünce, işaret ve orta parmağının iç kısmını yakabilirsin.


Bu aşamaya gelmeyenler; televizyon dizileri veyahut nutella ile oyalanabilir, sadece ön dişlerini fırçalayıp çapkınlığa çıkabilirler. 'Daha kötüsü olamaz' anında farkettiği acizliğini ve hüznünü, uyanışa geçmiş egosu unutturabilir ve asla bir Zeki Demirkubuz filmini tam olarak anlayamazlar.

Parmakları su toplayan kişi ise, eskiden hüzünlendiği şeylerin artık sinirlendirdiğinin, eskiden sinirlendiği şeylerin de artık hüzünlendirdiğinin farkına varır. Olmak istediği kişi ile insanların olmasını istediği kişi arasında gidip gelen şeyin, biraz Don Kişot'u biraz Şirin Babayı anımsatan aslına en yakın kopyası olduğunu fark eder.


Gece vakti bir sokakta karşı kaldırıma hızla geçen bir kedinin o sokağı daha hüzünlü yaptığını ve balkonda oturan insanların salondakilerden daha mutlu olduğunu düşünür. Ofsaytın ne demek olduğunu bilir ve "11 tane adam bir topun peşinde hulelejeıje..." diyen bir kıza rahatlıkla anlatabilirse de aşık olduğunda beyin fonksiyonlarını yitirip gerizekalı olur.


 Bir şehirde insanlar deniz kıyısında yaşadıklarını yalnızca haftasonları hatırlıyorsa; o şehirde, söylediklerinin biraz daha zor anlaşılacağını bilir. Bu yüzden, çoğu zaman dediklerine kanmış gibi yapar. Tavan yapmış egolara karşı yenilmişi oynarken gocunmaz.

Cuma akşamüstü İstiklal Marşı'nda art niyetsiz birbirini dürten çocukların, 'dağılabilirsiniz'in son hecesi sonlanmadan müthiş bir enerji ve görünmez bir basınçla çekirgeler gibi topluca fırlaması ile tekstil fabrikasındaki akşam paydosu arasındaki farkı görür. 

Herhangi bir insan ırkını bir diğerine üstün gören zihniyete daha çok düşman olur ve sırtını bu düşünceye dayayarak bir insanı ölüme terk etmenin soğukluğunu kavramaya çalışır. Anladıklarından çok anlayamadıklarından korkması gerektiğini anlar.

Instagram filtrelerinden geçen deniz manzaralı ayaklar ve doğum günü pastalarını, iyi niyetli ama samimiyetsiz bulur çünkü filtreden geçmeyen yalnızlıkları hisseder. Kötü esprilere güler gibi yapamaz artık, fakat ustaca konuyu değiştirir. Gülme eylemine ihanet etmek istemez. 

Çünkü yaşaması zor bir ülkede gülümsemek, yerinde ama sık tekrarlanması gereken bedelsiz bir başkaldırıdır. 




                                                                        ****


- Gözlüklerin gözündeyken aslında göremediğini farketmezsin. Beni suçlamaya gelirken çıkar onları.









monologist.




Midem bulanıyor, dedi. Hatıraların da son kullanma tarihleri var mıdır? Bozuldular galiba, kokusu ağzıma geliyor.

İçinde saklamasaydın. Bir kitabın arasında durabilirdi, poşetleyip yatağının altında bazanın içinde saklayabilirdin. Çaktırmadan duvara sürseydin parmağınla, dolmuşta iki koltuğun arasına sıkıştırsaydın, ya da deniz gören bir yükseğe, bir ilköğretim okulunun bahçesine gömseydin. Bozulurlar tabi, güzel olan herşey bozulur dedim.

Karşıma geçmiş bir de akıl veriyorsun. Anılar, sonsuza kadar yitirilmiş anlar bütünüdür ve doğada, yitirilmiş olanın bozulma ihtimali yoktur, dedi. 

Kuş kadar aklınla kafa buluyorsun, dedim. Hayatını geçmişe göre kalibre etmeye çalışmandan bahsediyorum. 

Tavuk şinitzel mideme dokunuyor dedi.

o son kadehi içmeyecektim, dedim.

Daha önce hiç duymadığım bir küfür etti ve gitti.



                                                     ***




- Köprünün altından geçen sular, uzak nehirlere döküldü ve ben bazen bu hissiyatı insanlara anlatacak kadar türkçe bilmiyorum.




                                                                                    ****

dolunayda insan olan kurt adam



Medyayı takip şeklimiz, sosyal ve siyasi duruşumuz hakkında ipuçları verir.


Eskiden benzer bir haber kanımızı dondurur, gözlerimizin dolmasına sebep olurken, bugün şöyle bir göz gezdirip magazinsel tarafı daha güçlü, algımıza daha çok hükmeden bir başka habere rahatlıkla atlayabiliyoruz artık. Güneydoğudan gelen kötü haberin başlığını okurken, gözümüz iphone5in teknolojik özelliklerine takılıyor. Bu bir bilinçaltı davranışı ve temellerinin atılışı takriben benim jenerasyonumun doğduğu yıllara denk geliyor.  


Bu sabah, uzun zamandır ilk kez, gazetede bir röportajı okurken, boğazımdaki düğüm, gözlerimde çözüldü. İçimde uyanan öfkeyi, koca bir hüzün, alaşağı etti.


Ayşe Arman'ın; Soner Yalçın'ın oğlu Aren ile yaptığı röportajı daha önce okumamıştım. Ülke siyaseti, iktidar sarhoşluğu, kodaman medya patronlarının siyasi/maddi ilişkileri, basın özgürlüğü... herşeyi bir yana bırakıp, babamın küçük kızı olarak okudum Aren'in yanıtlarını. 


Ayşe Arman soruyor; 

Babanla karşılıklı neler kaçırdınız?
"Bir sürü yeni çıkan sinema filmini." diyor Aren, ve başlıyor saymaya. 
"İzcilikte yapılan iki veli kampını...
Onun iki, benim de iki doğum günümü.
İki Babalar Günü’nü... 
Maçları izlemeyi...
Yaz tatillerini. Birlikte geçireceğimiz iki yazı kaçırdık. 
Babam bana cezaevi görüşünde bir hikâye fikri verdi. “Kurt Adam”ın tersini yazmak. Hikâyenin kahramanı kurt, normal hayatında sevimli bir kurt ama akşam dolunay çıktığında, insan olan bir katil. Bu hikâyeyi beraber yazacaktık. O olmadığı için, ben kendim başladım. O da düzeltecek. Kaçırdığımız daha bir sürü şey var... "

Karanlık, insan yaratılmışları, katile dönüştürür, Sevgili Aren. Baban ve onun gibilerinin aydınlığı ise gözlerini alır, bilmezler ki aklın aydınlığı cezaevi duvarlarını aşar, hücreleri, örümcek ağlarını ve gözlerimizin önündeki perdeyi.

Yine ilk günkü umudunu yitirme, karanlıkla katil olan kurtlar, bundan bin yıl önce de vardı, bizden sonra da olacak. Sen insanlara ışığınla şapkalarını göster, yeter. 
O insanlar da alsınlar şapkalarını önlerine koysunlar.
Çünkü bir milletin, bütün yetişkin bireylerinin topluca işlediği en büyük yüz kızartıcı suç;

umutsuz çocuklar yetiştirmektir.


Vitamin





Çocuklar "ikiekmek bigaste"  almaya gönderilmiş, para üstünü vermeyi unutmuş taklidi yapacaklar eve gidince. Bugünü iyileştiren iki şey; kahvaltı ve gazete bitince insanlar miskinleşecek, bir gün önce ne kadar güneşli olduğunun bir önemi yok; yüzde yüz hava kapanacak. Akşam evler ütülenmiş çamaşır kokacak. Günaydın, bugün pazar!

İskelenin orada bir bankta oturdum. Saklanmak niyetindeysen en kalabalık yerlere gideceksin. Telefonumun kulaklık girişi bozulmasaydı dinlerdim- adındaki şarkı listesini düzenliyorum kafamda. Pek tabii başka şeyler düşünmemek için. 

Ürkütmemek, rahatsız etmemek istercesine belli belirsiz selam vererek yanıma oturdu. Elinde yine koca bir fincan kahve. Sade, şekersiz. Zamana yenik düşmeyip aynı kalan alışkanlıklar listesinin başında.

"Sen sanki küçülmüşsün. Eskiden daha yaşlı görünüyordun."
"Saçlarımı boyatmayınca böyle oluyor." 
"Daha mı iyi, daha mı kötü karar veremedim."
"Saç boyalarının kokusu genzimi yakıyor."
"Bence kuaföre gitmek için fazla kararsız bi'tipsin, o yüzden. Kuaföre ne istediğini bilen kadınlar girer."
"Genzimi yakıyor!" dedim sinirle,
"hadi ordan.. " dedi gülümseyerek.

Sigarasını çıkardı, yaktı, geç bile kaldı. Çektiğinin iki katı duman üflemesinin mantığını çözmeye çalışıyorum yıllardır. Yine aynı şeyi yaptı. Çakmağı ikimizin arasına koyarken, banktaki kalp içine alınmış harfleri fark etmemiş gibi yaptı. Bir yandan denize bakarken; tırnağıyla kazımaya başladı çaktırmadan, hırsla. 

Sonra dayanamadı.. "çocukken ne çok kandırmışlar bizi!"
" Bana yine mutlu sonla biten masallardan bahsetme" dedim. "Anlatmaya başlamadan masal anlatacaklarını söylediler bize. Kimse seni kandırmadı, sen inanmak istedin."
Geri çekildi, 
"Ama çok yoruldum..." dedi. Sesi çok uzaklardan geldi, göğüs kafesinden, hem bütün gün yaramazlık yapıp yorulmuş, uykuya dalmak üzere çocuk vardı sesinde, hem görmüş geçirmiş ters köşeye yatmış bir kadın.
"Pergelin ucundaki kalem de tükenir," dedim. "Ama nihayetinde ömrü boyunca tek yaptığı boktan bir dairedir."
"Suç kalemde değil, pergelde o halde?" 
"Sorarlar adama, yazılacak o kadar hikaye, resmedilecek yıldızlar, şehirler ve aşklar varken ne diye girdin o pergelin içine diye! "

"çok sevmiştir belki." dedi.

Sustum. 
                                                                   ******



Kalkarken bakıyorum, kalp içine alınmış harfleri kazıyarak bir tavşan yapmış, belli belirsiz gülümsüyorum.

"tırnağın kırılmış!" diyorum...
"vitaminsizliktendir..." diyor.


-Kendine yalan söyleyebilmek bile asgari bir düzenbazlığı gerektirir. 
                             

                                                         



Vitrindeki Van Gogh

Kötü bir rüya gördüğümü söylediğimde, “Sus, sakın kimseye anlatma. Suya anlat. Akıp gitsin” derdi anneannem. Ben de koşa koşa bahçedeki ta...