Bir ülkenin akıbetini, halkının hafızası belirler. Senin, için taşarken; damla damla dolar.Sen kulaklarına inanamazsın,o sabırla duvarlarına işler, işittiği hakaretleri. Sen haykırırsın, o göğsünde avutur oğlunu yitirmiş anneleri. Hüküm giydirilmiş aydınlarının, hakları gasp edilmiş çocuklarının, kadınlarının, hakarete uğramış yoksullarının öfkelerini tane tane biriktirir genzinde. Ölümü, istatistiklere geçmek üzere sıradan rakamlar olarak telaffuz edilen maden işçisini , yaşadığı haksızlığın hesabı sorulmayan tekel işçisini, koca koca masalarda yapılan kirli pazarlıkları, parsel parsel satılan güzelim toprakları, tek ayrıntıyı atlamadan avuçlarına kazır. Sabrının dolduğu gün, ateşe verilen üç tane çadırın alevi, Haydarpaşa'nın aleviyle birleşir içinde. Bir halkın hafizasına kazıdığı bütün haksızlıklardır sokaklara dökülen an itibariyle. 
Şimdi sabrımızdan taşanlarla karşılaşıyoruz her sokak başında. Tekrar tekrar hatırlıyor ve hatırlatıyoruz. Farkında olmadıklarımızı, hızla fark ediyoruz. Televizyon kumandalarının ilk on tuşunda yer alan kanallardan duyduğumuz haberlere verdiğimiz tepkileri sorguluyoruz ve kendimizde düzeltmeler yapıyoruz. Artık daha iyi anlıyoruz Uludere'deki köylülerin anlatmak istediklerini. Reyhanlı'nın altında yatan gerçekler, şıp diye beliriveriyor zihnimizde kendiliğinden. Bize bir deli gömleği gibi giydirilmek istenen cehaleti kitlesel bir aydınlanma ile söküp atıveriyoruz. İçimizden, kirletilmesine izin vermediğimiz yanlarımız çıkıyor. Yalnız ailemize, en yakın arkadaşımıza gösterdiğimiz yakınlığı ve katıksız iyiliği; hiç tanımadığımız, önceleri herhangi bir sebeple pek de haz etmediğimiz herhangi birine, hiç farkında olmadan gösteriyoruz artık. Popüler kültürden cebimize doldurduklarımızla siyasal öfkemiz birleşince, tepkime ürünü olarak; canımız acırken kahkaha attıran mizah yeteneğimiz çıkıyor. Çok canayakın çocuklarız, öfkelenince "öpsem olur mu?" diye soruyoruz. Az önce biber gazı kaynaklı astım krizi geçirmişken, durmuş barikatta iki demir parçası bir araba lastiğiyle ritm tutuyoruz. Bacağından yaralı kız dans ediyor, şahsımıza münhasır silahlarımızla meydan okuyoruz.  

Ölüyoruz. 
Ölmek için fazla umutluyken. Tam da hissetmişken insan olmanın, bir olmanın, boyun eğmemenin tılsımını, ilk sevgiliyi öperkenki heyecanla dile getirirken yutkunduklarımızı, kafatasımızdan vuruluyoruz. Hayatta kalmanın zor olduğu bir ülkede yoksulluk sürdüğümüzden biliyorduk pisi pisine öleceğimizi fakat, böylesi bir kalleşliği hesaba katamayacak kadar temiz kalmıştık.

Kendi paylaşım alanlarımızda, yaşadığımız acıyı ve öfkeyi, kendi dilimizde yansıttık. Toplu halde aynı videoyu izlerken ağladık, aynı anda sinir krizleri geçirip kahkaha atarak, kısa süreli kitlesel bir duygu bozukluğu yaşadık. Söyleyeceklerimizi dinlemek yerine canımızı almayı tercih etmeleri; bizlerde, olgunlaşmaya ve güzelleşmeye yönelik hızlandırılmış paket program işlevi gördü,  bu açıdan; bir ay önce, eline biber gazı kapsülü verip bu ne? diye sorsalar bir tür organik göz altı kapatıcısı zannedecek genç kızımızın mücadele ruhunu uyandırmak başarısının önünde saygıyla eğiliyoruz. Fakat bu ülkenin yakın tarihinde; yalan yanlış bir gazete haberi ile; insanların, ayrım gözetmeksizin aynı mahallede dertsiz tasasız yaşayıp giden farklı kökenlerden komşularına iki gün boyunca ne zalimlikler ettiğini, türlü düzenbazlıklarla insanların galeyana getirilip mezhep çatışması adı altında yüz elli insanın katledildiğini, birilerinin kulaklarına fısıldanan yobaz söylemlerin, bir otelin, içindeki aydınlık insanlarla beraber ateşe verildiğini göz önünde bulundurursak,
camide skandal! başlıklı atraksiyonlarını samimiyetsiz ve tehlikeli buluyoruz.
Geçmişte denenmiş ve başarılı olmuş yollar var iyi kalpli boyun eğmeyen insanları katletmek, onları sindirmek için, fakat içimde günlerdir süreçle beraber bir ağlayıp bir gülen, öfkesini umutla dindiren ses, bana dönemin nesnelliğinden bahsediyor, bu kez farklı, diyor. İdeolojik boşluklarımızı da doldurursak, böyle hızla güzelleşen bir nesil, günün birinde kendi güneşli yarınlarını yaratacaktır. Demem odur ki, istediğin kadar sök at yeşilleri, üzerine bas çiçeklerin, tohumlar saçılmışsa bir kere, mevsimi geldiğinde dallanmalarına mani olamazsın. Halkının hafızasına kazıdığın tüm haksızlıklar, o tohumlara can olur, tarih böyle yazmış, böyle yazacaktır.


Sorular tükendiğinde, umut da tükenir. Sorular sormaktan vazgeçtiğimiz yerdeydik. Bu topraklara üzülerek bakmaktan da geçmiş, bu kadar haksızlığa, sömürüye, kısıtlanan yaşam alanlarımıza, birbiri ardına eklenen toplumsal yaralarımıza rağmen dili lal olmuş bu ülkeyi nasıl seveceğimizi bilemez hale gelmiştik. Bu ülkede, bu ülkeyi çok sevdiği için bedeller ödemiş insanların çocukları, torunlarıydık da, örselenerek uyuşturulmuştuk. Uyuşan yerlerimizden sevemiyorduk.

Önce bir karıncalanma oldu, sonra yavaş yavaş açılırken uyuşukluğumuz, hissetmeye başladık. İşte o an, 
hep beraber, bu ülkeyi,
acıyan yerlerimizden sevmeye başladık.

Yutkunduğumuzu sandığımız öfkelerimiz genzimizde yer etmiş, büyük bir gürültüyle haykırdık. Kökeninden, ırkından, tuttuğu takımdan, inancından, bir sürü sudan sebepten  nefret ettiğimizi sandığımız o adamın omzundan güç aldık, onunla daha güçlüydük, memnuniyetle anladık. Düştük, savrulduk, vurulduk, nefessiz kaldık, ama belki de hayatımızda ilk kez "direniyor"duk, ve bize aslında ne kuvvetli olduğumuzu hatırlatan bu eylemden feci bir haz aldık.

Bize hayatın içinde kendi kurdukları oyunlarda hayali mücadele alanları yarattılar. Başkalarının oyunları içinde birbirimizin seçilmiş düşmanları olduk. Silahlar seçtiler, kılığımıza, rengimize, uyruğumuza, heybetimize göre. Televizyon koltuğunda cehaletle kuşatıp, sınav salonlarına, stadlara, kampüslere, dağlara, meydanlara saldılar. Makamlarına yayılmış salya akıtarak izlerlerken...

Günlerden bir gün, kendini oyundan dışarı atabilen bir kaç güzel insanın peşinden, olması gerekene vardık.
Yeşille çıktık yola, çıktığımız yollarda kaybettiğimiz soruları bulduk. Bütün renkler olduk. 
Hırpalanmış yerlerimizde emeği geçenlere teşekkürler, birbirimizin yaralarını sararken çoğaldık.
Vurulmuş, susturulmuş, tutsak edilmiş, kanatılmış bir ülkenin yenilmişleriyken, işte böyle güzel çocuklar olduk.

Oyun kurucularınıza, minnetle...



Fotoğraf: Eser İnan Arslan




Vitrindeki Van Gogh

Kötü bir rüya gördüğümü söylediğimde, “Sus, sakın kimseye anlatma. Suya anlat. Akıp gitsin” derdi anneannem. Ben de koşa koşa bahçedeki ta...