Vitrindeki Van Gogh


Kötü bir rüya gördüğümü söylediğimde, “Sus, sakın kimseye anlatma. Suya anlat. Akıp gitsin” derdi anneannem. Ben de koşa koşa bahçedeki taş çeşmeye gider, etrafımda kimse olmadığından emin olduktan sonra anlatmaya başlardım. Bazen o kadar kaptırırdım ki kendimi, es kaza el kol hareketleriyle hararetli hararetli anlattığımı gören olursa bayram sabahı dillere düşerdim.

Zaman içinde, suyla aramızda bir diyalog  gelişti. Gelip gidip olmadık zamanlarda suyla konuşmaya başladım. Ben anlattım o dinledi, sonra baktım bir süre sonra o anlatıyor, ben dinliyorum. Neyse ki bana cevap verenin su değil de kendim olduğunu anlayınca bu diyaloğu çeşme başından sokaklara taşıdım. Suya korkulu rüya anlatırken altı yaşımda kendimden bir tane daha doğurdum. Sonra bir tane daha. Bundandır ki, hayatım boyunca hiçbir zaman tek sesli olmayı başaramadım.

Sonra baktım ki, aslında herkesin ara sıra cilalayıp parlattığı, ortama uygun renklere boyadığı bir vitrini var, bir de o vitrinin arkasındaki aslı. Herkes kendinden bir tane daha doğuruyor kendi içinde de, yorduğunu fark edince gömüyor kimisi, içindeki sesleri susturup beş metrekare cilalı vitrinine hapsediyor kendini.

Çünkü sen vitrinini ortama uygun renklere boyarken,  içinden yükselen ses hatırlatıyor sana, senin renginin o olmadığını. Sen davranırken ayıplıyor, yargılıyor. Uyku vakti susması için yalvarırken O, durmadan sorular soruyor. Hiç sırası değilken adrenalini basıveriyor, gizlemeye çalışırken feleğin şaşıyor. Maaşın iyi, işler tıkırındayken “Buraya ait değilsin” diye fısıldayıveriyor. Havalar da güzel, şimdi tam sırası diye düşünüp kendini ikna turlarındayken “Bu adamdan cacık olmaz” diyor. “Aşık olman için ruhu türbülanslı, cebinde kelimeler, avcunda renkler olması gerek. Van Gogh gibi.” Ego’na, ihtiyacı olan gazı toplamış, tam yükselmeye başlamışken, hatırlatıyor:

“Deryada bir katresin.”

Vitrin, biricik konfor alanı. Oradan çıktığında ne kadar gidersen git, varamıyorsun.

Sonra bir bakıyorsun, bir yere varmasa da bir çok duraktan geçiriyor yol seni. Her duraktan daha yorgun, daha kendin ayrılıyor, rahat vicdanını yorgunluğuna yama yapıyorsun. Her durakta bir sivri köşen yuvarlanıyor, bir mutlak, bir göreceye evriliyor. Korkularını ve yaralarını seviyor, yaralanmaktan daha az korkuyorsun. İnsanların arasında yara sahibi olanları kayırıyorsun. Çünkü biliyorsun ki, can kalpte değil, tam da orada atıyor. Yarada. Hırçınlaştıran da o, ehlileştiren de. Aklındaki dünyayla gerçek dünya arasındaki tekinsiz aralıkta dinleniyorsun ve orada kendine, yolda topladığın kelimelerden kaleler yapıyorsun, balkonlu ve yüksek tavanlı. Bir odasına elindeki en güzel rengi bırakıyorsun, seni orada bulup rengini rengine katan tekinsiz bir Van Gogh geliyor, aşık oluyorsun. Böylesi, kalenin balkonundan yüzelliikimilyondabir izleniyor.

                                                                              ***

Bu sabaha karşı gördüğüm rüyayı koşarak suya anlattım. Yine başladı benimle konuşmaya. 

Dedi ki,

“İçinde durduğun dünya gibi sen de, Su’dan müteşekkilsin. Ne kayasın, ne toprak. İçine aktığın kabı tanımazsan, ne şekil aldığını da bilemezsin, ne zaman taşacağını da.”

Söylediklerine bigane kalamam, dedim. Zira şu sıra derdim damlalarla.


                                                               ***


Yine tuttum, kaleme taştım.


                                                                                          bir gece. sıfır üç ellibeş.

2 yorum:

Adsız dedi ki...

Su'ya anlatmak ya da su'da senden başka bir sen bulmak ya da bütün toplamda olan seni görmek. Bir yerde monolog bir hikaye...
Michael Tourner'ın Cuma ya da bir pasifik arafı kitabında Robinson yanı başında bir köpekle adada mahsur kalır. Aylar sonra Robinson saç ve sakalı uzar, üstünde giydiği kıyafetler yıpranır. Adaya düştüğünden beri yanında duran köpek artık ondan kaçmaya başlar. Robinson bu süreci köpeğin kendi doğasına uyumu olarak tanımlar. Aradan bir süre geçtikten sonra Robinson su içmek için bir gölete varıp eğilir ve kendi yansımasını görür. Bu yansıma iki farklı durum yaratır aslında.
1- Doğaya ya da duruma, olaya karşı uyumlu olmaya çalışan varlığın kendisi olduğunu anlar.
2- Bu yansıma Cuma'yı yaratır.

Bu tarz anlatılar'da İç ses ya da bilinçaltı durumunu su metaforu ile açığa çıkarır. Başarılı bir hikaye...

FATIH GUNES dedi ki...

2 Defa okudum içselleştirmek için... Beni bulunduğum ortamdan da yaptığım işten de uzaklaştırdı.. Yüreğinize sağlık ...

Vitrindeki Van Gogh

Kötü bir rüya gördüğümü söylediğimde, “Sus, sakın kimseye anlatma. Suya anlat. Akıp gitsin” derdi anneannem. Ben de koşa koşa bahçedeki ta...