"hoşçakal" dedi adam.
"hoşçakal" dedi kadın.
Semayı titreten bir ah çektiler,
Kimseler duymadı.
Kalabalıktı, 
Duysalar çok ayıp olurdu.



"Teslim ol ve yavaşça elindeki kitabı yere bırak!"



                         
Bu ülkenin topraklarına doğdum ben. En kalabalık şehrinin bir göçmen mahallesinde yürümeyi öğrendim. Hacı bakkallar kapanmamıştı daha, başka şehirlerdeki yaşıtım yüzlerce çocukla aynı anda Eti puf aldım, ambalajıyla sinek yakaladım. Coğrafya derslerinde sınır kapıları anlatılırken hep sebebini sorgulasam da yine de ayrıcalıklı sevdim yaşadığım coğrafyayı. Enflasyonun ne demek olduğunu haberlerden öğrendim, memurların geçim sıkıntısını babamdan; geri kalan pek çok şeyi roman kahramanlarından... 

Geceleri kitaplığımdan düşerlerdi bir bir. Düşerken komik olurlardı, gülerdim.
 Yenildikçe ve her defasında dizlerimden kuvvet alıp doğruldukça; kurduğum hayallerin daha değerli olacağını fısıldardı Don kişot.
”Yaşamak için ne çok neden var! Cehaletimizi kırabiliriz, becerilerimizi, yeteneklerimizi ve zekamızı kullanarak kendimizi bulabilir, kendimiz olabiliriz. En önemlisi, özgür olabiliriz! Uçmayı öğrenebiliriz!” derken Martı Jonathan Livingston; 
"Tabi ya!" derdi Küçük Kara Balık; " Benim de geceleri gözüme uyku girmiyor düşünmekten! Hayat, yalnızca yemek yemek, uyumak ve dünya sandığımız bir gölde yaşamak olmamalı..." diye eklerdi bildik heyecanıyla.
Şeker Portakalı'ndan düşen Zeze; ne kadar zor olursa olsun yaşamak; istersem hayata tutunmanın pek çok yolu olduğunu anlatıyordu. Bir gün bana, "Elimden gelse; seninle sekiz yüz elli iki bin kilometre konuşurdum." dedi, "O kadar yola nasıl benzin yetiştiririz ki?" diye sordum; şahsına münhasır cevapladı: 

" Gider gibi yaparız..." 
                                                                   ***

Topraklarında yaşamak iyice zorlaştığında; okuduğun haberlerle boğazına yeni ve yutması güç yumrular eklendiğinde, daha çok sahiplenirsin ellerine doğduğun ülkeni. Onlarca Martı Jonathan parmaklıklar ardındayken; Don Kişot olacak kuvveti ararsın döne döne. Günlerden bir gün, yutkunamadığın yumru, tecavüze uğradığı için aile meclisi kararıyla öldürülüp kefensiz gömülen on beş yaşındaki Hatice olur; on yedi yıldır her Sekiz Ocak; Metin Göktepe'nin hiç yaşlanmayan gülümseyişi.

                                                    ****

Ne demiştik? Ellerinin temiz olduğundan emminsen, Pandora'nın kutusunda hep yeterince umut vardır.

Zeze olsa olsa "Gider gibi yapar", Metin'ler kayalıkta yeşeren renkli çiçekler gibi Göktepe'nin gamzelerinden doğar ve hikaye hep yeniden başlar;

"... ama yavrulardan biri, küçük bir kırmızı balık, o gece hiç gözünü kırpmamış. Sabaha dek hep denizi düşünmüş... düşünmüş..."

                                                                  





Vitrindeki Van Gogh

Kötü bir rüya gördüğümü söylediğimde, “Sus, sakın kimseye anlatma. Suya anlat. Akıp gitsin” derdi anneannem. Ben de koşa koşa bahçedeki ta...