Önce bir karıncalanma oldu, sonra yavaş yavaş açılırken uyuşukluğumuz, hissetmeye başladık. İşte o an,
hep beraber, bu ülkeyi,
acıyan yerlerimizden sevmeye başladık.
Yutkunduğumuzu sandığımız öfkelerimiz genzimizde yer etmiş, büyük bir gürültüyle haykırdık. Kökeninden, ırkından, tuttuğu takımdan, inancından, bir sürü sudan sebepten nefret ettiğimizi sandığımız o adamın omzundan güç aldık, onunla daha güçlüydük, memnuniyetle anladık. Düştük, savrulduk, vurulduk, nefessiz kaldık, ama belki de hayatımızda ilk kez "direniyor"duk, ve bize aslında ne kuvvetli olduğumuzu hatırlatan bu eylemden feci bir haz aldık.
Bize hayatın içinde kendi kurdukları oyunlarda hayali mücadele alanları yarattılar. Başkalarının oyunları içinde birbirimizin seçilmiş düşmanları olduk. Silahlar seçtiler, kılığımıza, rengimize, uyruğumuza, heybetimize göre. Televizyon koltuğunda cehaletle kuşatıp, sınav salonlarına, stadlara, kampüslere, dağlara, meydanlara saldılar. Makamlarına yayılmış salya akıtarak izlerlerken...
Günlerden bir gün, kendini oyundan dışarı atabilen bir kaç güzel insanın peşinden, olması gerekene vardık.
Yeşille çıktık yola, çıktığımız yollarda kaybettiğimiz soruları bulduk. Bütün renkler olduk.
Hırpalanmış yerlerimizde emeği geçenlere teşekkürler, birbirimizin yaralarını sararken çoğaldık.
Vurulmuş, susturulmuş, tutsak edilmiş, kanatılmış bir ülkenin yenilmişleriyken, işte böyle güzel çocuklar olduk.
Oyun kurucularınıza, minnetle...
Fotoğraf: Eser İnan Arslan