Hipokampus

Büyük bir kasırga çıkmış. Hiç bir şeyi alıp götürmemiş, aksine uzaklardan havada sönmüş balonlar, uçurtma ipleri ve saman kağıttan gemiler getirmiş. Senin içindeki bütün tozlar ve hafif şeyler havada uçuşmuş. Yıllar içinde, içinde yerini bulan ne varsa yer değiştirmiş. Kulak zarını  zorlayan bir gürültü kopmuş sonra ve ardından azalarak bitmiş.


Öksürük krizi de, korku ve panik de geçmiş, olan bitenin tam ortasında oturmuş bir sigara yakmışsın. Hep bunu yaparsın. Bilirsin, savaşın şiddetini en iyi, herkes çekildikten sonra geriye kalan yıkık şehirler anlatır ve ne şekilde yenileneceğin bitmiş savaşın şiddetiyle doğrudan ilintilidir. Söylesene, bir tek çocuğun ayakkabısının teki düşmüşse sokağa, hangi savaşın ardından mutlak zaferden bahsedilebilir?  Kederle izlediğin yıkıntıda, şehrinin renklerini yine sen kendin bulacaksın. Belki hiç ummadığın bir an rüzgarla birlikte, çok önce sahibi tarafından şaşkınlıkla açılmış bir hediye paketinin içinde gelecek mavi, bir ton açığından başlayacaksın boyamaya. Yeterince şanslıysan yağmur bile yağar, tüm renkler doğar. Dallara su yürür, gölgesinde sigaranı söndürecek yer ararsın. Bir çoğu bilmez, doğayı da besler çünkü umut. Nihayetinde yıkık şehirlerde bile mevsim bahara döner ve değişen mevsimler, insanlara bizzat kendi yaralarına dokunmayı öğretir. Başın ellerinin arasında yıkılmış kalelerini, keşfedilmiş gizli sokaklarını, bir cümleye köklenemeden suya düşmüş sözcüklerini izlerken, o an burnuna yasemin kokusu dolar, sen geçen bahara mı gittin yoksa gerçekten bahar mı geldi ayırt edemezsin. Beyninin içindeki, kokularla hatıraları ilişkilendiren mucizevi komşuluğa kızarsın. Oysa bilirsin, bahar, her yıl başın ellerinin arasındayken gelir. Bu, hayatın değiştirilmesi teklif dahi edilemez mükemmel zamanlama ilkesidir.


Geriye yalnızca hissetmek kalır.



Bu ise, etrafındakilerden ve hatta baharın kendisinden bile gizlemen gereken hakikatli bir çabadır.

                                                                       **

Evin küçük balkonunda annenden veyahut bir oyun sırasında karşılaştığın dört başı mamur karınca sürüsünden öğrendiğin haliyle çok sevebilmeye devam edebilmen için kalbini koruman gerekiyor. Büyük şehir budalalarından, süslü cümlelerin dolaylı tümlecine saklanmış yalanlardan, tam prensesi kurtaracakken çıkıp ortalığa roket atan bölüm sonu canavarlarından ve tabii en çok da kendi kalbini koruyamamışlardan.


Yaşadığın sürece içinde şehirler yıkılacak, yerine yenileri yapılacak, sen bir sürü şeyi ve bir sürü insanı yanlış anlayacak ve bu yanlış anlamaların bedeli olarak uzun süren bir restorasyona alacaksın kendini. Aslına sadık kaldığın sürece de hep bir öncekinden sağlam olacak. 

Bir sonraki restorasyonda şehrin girişine Dr Carrel'in heykelini dikeceğim:




"İnsan tekrardan yücelmesi için kendini yeni baştan inşa etmek zorundadır  ve bu yenileşmeyi ızdırap çekmeden yapamaz. Çünkü o hem mermerdir, hem de heykeltıraş. Gerçek çehresini tekrardan almak için, büyük çekiç darbelerini kendine indirerek kıvılcımlar çıkaracaktır."


                                   ***
                                                                                                                                                                         ÜçHaziranİkibinOnyedi,Gümüşlük.
 

Hiç yorum yok:

Vitrindeki Van Gogh

Kötü bir rüya gördüğümü söylediğimde, “Sus, sakın kimseye anlatma. Suya anlat. Akıp gitsin” derdi anneannem. Ben de koşa koşa bahçedeki ta...