Sessizliğin koşullara göre ne kadar manalı, ne kadar derin,
ne kadar acımasız olduğunu ve derin bir sessizliğin, okuyabilen için binlerce kelime
saklayabileceğini bilecek yaştasın. Bu yüzden isminin anlamını önemse. Öyle
tükürür gibi çıkmasın ağzından, dedi.
Oysa sadece bayram öncesiydi, çok yoğun bir gün geçiriyordum
ve deniz kıyısında soluklanmak istemiştim. Konuşacak halim yoktu. Yaşadığım ülkede seksen altı bin küsur Seda vardı ve en çok kullanılan altmış altıncı
isimdi. Pek azını tanıyordum. Bir kaçı dışında hepsinin ortak özelliği gösterişli ve kaygısız olmalarıydı. Ama
bunu da önemsemiyordum. Düşünecek daha önemli şeyler vardı. İnsanlar televizyon
izlemek yerine pencerede oturup denizi seyretseler, gökyüzüne de reklam verirler miydi gibi şeyler
mesela.
İspanyolca “İpek” demek, dedim. Osmanlıca’da meme anlamı olduğuna dair rivayetten bahsetmedim. Espri anlayışı
hakkında fikrim yoktu çünkü.
Bu konuşmadan birkaç dakika önceydi, bayram tatilinden
önceki son iş gününü bir deniz kıyısı kasabasında bitirmiştim. Sahilin yenilenmiş
banklarından birine oturdum, kulaklıklarımı taktım, “En sevdiğim oyun kendini
kandırmaca” adlı playlisti açtım, o sahil kasabasına daha önce de gelmiş
olduğumu hiç hatırlamadım. Uçaklara verilebilecek çirkin reklamlar üzerine
düşündüm ve kalktım.
Tam o sırada tekerlekli sandalyesinden bana seslendi: “Resmini
çiziyordum lütfen beş dakika daha otur, hemen bitiririm.”
Gitmem gerektiğini, yolumun kısa olmadığını söyledim.
Bebeklerin ilk çıkan dişleri alt iki dişleridir ya hep, işte
onun da son kalan iki alt dişini göstererek gülümsemesine istemsizce karşılık
vererek karşısına oturdum.
-Böyle oldu mu?
Gülümsemesi yüzündeki gölgeyi tamamen aydınlattı bu kez. Kumaş
eczane torbasından sigarasını ve yeni bir kağıt istedi, uzattım.
Onun ismi ve anlamı üzerine konuşamadık. “Devlet o kadar çok değiştirdi ki ben bile
hatırlamıyorum” dedi.
-Sağcı mıydın, solcu mu?
Ülkücüydüm ben, sevmezsin sen, dedi.
Sessizliğin gizlediği kelimelerin farkında bir ülkücüyü
koşullara göre sevebilirim, dedim.
Bir suratın ana hatlarını çizdi. Sonra kafasını kaldırıp
uzun uzun baktı. “Unutmak için önce affetmen gerek” dedi. Eğilip kalemiyle
gözler arasındaki mesafeyi ayarlamaya koyuldu.
Uzun zamandır böylesi şaşırdığımı hatırlamıyorum. “Nasıl
yani??” Diye sordum.
“Çok kırgınsın, hırsla aklındaki her şeyi silmeye
uğraşıyorsun, böyle olmaz, sakinleşmeli ve affetmelisin. Ancak o zaman silmek
istediklerini silebilirsin. İnsan ancak affettiğinde gerçekten unutur” dedi.
-Nereden çıktın sen akşam vakti? Bütün bunları nerden
çıkardın?
“Ben hiçbir şey anlamadım ve hissetmedim. Öyle yeteneklerim
yok. Sen zaten herşeyi anlatıyorsun” dedi.
Sustum. Daha fazla üstelemedim. “En sevdiğim oyun kendini
kandırmaca” listesi bir yere kadar vardı. Kulaklıkları çıkarınca gerçek hayata
dönüyordun ve ben büyük ihtimal bir ara bir kapıyı açık bıraktığımdan acayip
sürprizleri çekiyordum. Hangi kapı olduğunu bulmam imkansızdı. İnsan kapatıp
kilitlediği kapıları çok iyi bilir fakat açık bırakılarak eşiğinden hızla geçilen
kapılar hep unutulur.
“Hayatta en dibi de gördüm, en yüksek yaşam standartlarını
da,” dedi. ”Tahmin edemeyeceğin kadar iyi ve tahmin edemeyeceğin kadar kötü yaşadım. İçinde ailemin ve maddi gücümün olduğu yılları çıkarırsak hayatımın
geri kalanı hastanede ve hapiste geçti. Çok ciddi işkence gördüm, kaburgalarımı
kırdılar, sakat bıraktılar… Bunları sana anlatmayacağım. Bütün bunlardan
öğrendiğim tek şey var, “Acımıyor!” diye bağırırsan gerçekten acımıyor.” Dedi.
"İşte bu yüzden, ne yaşarsan yaşa, acımıyor diyeceksin, her
zaman birilerinin elini tutacak gücü kendinde bulacaksın ve bırakacak gücü
tabii."
Gözlerim doldu. Bazen gözlerim öfkeden mi doluyor,
üzüldüğümden mi, yoksa bir nokta var içimde de oraya dokunulunca mı
kestiremiyorum. Sanırım sonuncusu. O noktayı kimi zaman yok etmek istiyorum.
Çoğu zaman da nerede olduğunu bulup kontrolsüzce üzerine basmak.
Konuyu değiştirdim,
-Hastane? Hastalığın ne?
“Kalp pili var bende, 6 ay sonra ömrü dolacak, nakli de
reddettim” dedi.
Nedenini sordum, birden hiddetlendi. Yüzünde çocuksu, hırçın
ve şaşkın bir ifade belirdi.
- Çünkü kalbi insan ölmeden çıkartıyorlarmış! Ölmemiş bir insanın
kalbini nasıl alayım ben?
“Beyin ölümü diye bir şey var” dedim. Biraz anlatmaya
koyuldum. İkna etmek için çabaladım. Belki bir faydası olur, söylediklerimin
altını doldurur diye mesleğimden bahsettim.
“Ben biyolog falan anlamam. Bir insanın kalbi durmadan
ölmeyeceğini bilecek kadar çok adam öldürdüm” dedi.
Sıradan bir beyaz yakalının, hayatın akışı içinde
duymayacağı cümleler duyuyordum.
“Pili yenilesinler?”dedim. “Akciğerlerim kötü durumda, uzun
hikaye, olmuyor” dedi. Kendinden değil, benden bahsetmek istiyordu. Sanki
denizi seyrettiğim üç şarkılık sürede hayatımın son çeyreğini izlemiş ve bu
konuda edecek bir çift sözü vardı.
O’na birini öldürmek üzerine bir sürü soru sordum. Vicdan
sahibi bir adamın -inandıkları uğruna-olduğuna kendini inandırarak başka hayatlara
son vermesi üzerine kendime bir şeyler katabileceğim başka bir zaman dilimi
ihtimali çok güçtü.
“Ben gördüğün gibi ağzında diş kalmamış engelli bir adamım,
her yere aitim ve hiçbir yere. Bu yüzden beni yanlış anlayacağına dair korkum
yok, saklama kendini, git uzanan eli tut.” Dedi.
O’na, birinin elini tutmanın sandığı kadar kolay bir şey
olmadığından bahsettim.
"Havada uçuşan bir sürü yalan var, havada uçuşan mermiler de
oluyor zaman zaman, -miş gibi insanları var, her yerdeler. Mutluymuş gibi, çok
seviyormuş gibi, çok duyarlıymış gibi, nasıl tamamlarsan işte. Herşeyi
bildiğini sanan elleri çok kirli bir adam var. Artık üzülmeyi bıraktığın
katiline aşık bir topluluk var, aynı havayı soluduğun. Bir gün dayanamayıp, dile gelip ana avrat düz
giderek kendini patlatacağını düşündüğüm yer küre var, insanlığımızın posasından
bir çöplüğe dönüştürdüğümüz. Kadınlar
kalçalarını fotoşopla şekillendirip altına en sevdiğin şairin dizelerini
yazıyor bu ülkede. İki kere tıklayınca
kocaman bir kalp oluyor. Ete kemiğe bürünse eldivensiz dokunamayacağın plastik duygular var. Sen bunca beyin yakan
durumlar silsilesi içinde uzanıp birinin elini tutuyorsun. Bu ne demek biliyor
musun? Varım. Bunlar var, ama ben de varım. Artık yalnız değilsin, demek. Var olmanın
kolay olmadığını bilecek kadar yokoluşa tanık olmuşsun bayım. Beni anlayacağını
umuyorum.”
Vedalaştık.
Elimi, iki elinin arasına koydu. Bunu yapmasaydı beni
anladığına ikna olmayacaktım. Kritik hissiyatların sıradan ayrıntılarda gizli
olduğunu düşünenlerdenim.
Dönüş yolunda, “ En sevdiğim oyun kendini kandırmaca” adlı
playlisti sildim.
"Seda" isimli bir playlist oluşturdum ve içine Jeff Buckley’den
çok güzel şarkılar koydum.
-Hayatta bazı şeyler tesadüftür. Diğerleri ise açık bıraktığın
kapıların buyur ettiği rüzgarın getirdikleri. Yol ayrımlarında seçmediğin yolların sana
öğretecekleri de orada gizli.
*Yaşanmıştır.