-Tanımaz mıyım ya, kocam o benim.
-Ben kimim peki?
-Ne bileyim ben…
Anneanne, Kireçcilerin Rabia, sen öyle güzel insanmışsın ki,
daha uzun ömürlerin olsun, dünyaya veda etmeden önce hayat senin hafızanı aldı.
Biliyor musun, bu dünyada bir süre yaşadıktan sonra ya delirmeli, ya da hafızasını
yitirmeli insan. Bazen ilkine çok yaklaştığımı hissediyorum. Ama burada, sen
bahçedeki mandal sepetine bakarken seninle konuştuğum için değil. Aksine, bu, uzun zamandır yaptığım en akıllıca iş.
Sen var ya, sen unutarak hayat boyu canını sıkan her şeyden
ve herkesten ve hatta hayatın kendisinden bile kendi nev-i şahsına münhasır
intikamını almış oldun. Çünkü anneanne, unutmak istediğim bir gerçek varsa o da; unutmanın, bir insanı cezalandırmak için en etkili yol olduğudur. Çünkü en büyük korkusudur küçük insanın, unutulmak.
Yaşadıklarının ağırlığını taşımadığı için gözlerin, öyle
manasız bakıyorsun insanın suratına. Çünkü biz küçük insanlar yaşam
boyu mana’yı arar bulamayız, gözlerimizde
tüm arayışlarımızın yorgun ağırlığı kalır.
Bizim bahçeyi kuş bakışı gören apartman sakinleri, kendi
aralarında ‘deli mi?’ diyecekler benim
için. Varsın desinler. Sen mandal sepetini izle, ben sana içimi dökeyim
anneanne. Hem nedir akıl? Sorgusuz sualsiz, yazılanı yaşamak mı? Haşa Hak’tan
değil, insanların birbirine yazdıklarından bahsediyorum. Bunu yapanların en
büyük yanılgısı, dayatılanı yaptıkları sürece başardıkları sanrısına kapılmak.
Başarı anneanne, sana desem daha iyi anlayacaksın onlardan, biliyorum; tüm bu
egzoz kokulu karmaşa içinde özünü bulabilmektir, o karmaşaya dahil olabildiğin
için kendini özel hissetmek değil. Dev bir fotokopi makinası fikrine
kapılmıştım geçenlerde. Bence insanın
hikayesinin ana hatlarından oluşan iskeleti ve tüm ilişkileri oradan çoğalıp
bizlere ulaşıyor ve insanlar, kendi başarısız ayrıntılarını ekliyorlar bu
iskelete. Ne komik değil mi? Ah, bence değil. Aksine ne yorucu bilsen,
kendininkini düzeltmen yetmiyor, burada hikayeler bütünleşik, düzeltme
yapılmamış fotokopi hikayelere kahraman olmak, yaşadığın tüm güzel anların
bedeli gibi.
Mesela seni tutsak gibi görüyorlar. Artık bu
bahçeden çok çıkamıyorsun, alakasız noktalara sabitleniyorsun diye.
Balkonlardan seni bir tutsağı izlermiş gibi izliyorlar bunu hissedebiliyorum.
Çünkü insanlara göre mutluluğun yolu, kendilerininkinden daha acıklı hikayeleri
izlemekten geçiyor. Televizyonlar bunun için var. Peki söylesene bana, yirmibeş
yıllık ev taksidine girip, yirmibeş yıl kılını kıpırdatamayacak olan onlar mı
daha özgür, aklının iplerini salmış sen mi?
İtiraf etmeliyim ki, sen beni hatırlıyor olsaydın, aşık
olduğu adamın, kızının ve torununun cenazesine katılmış bir kadına hayattan ve
delilikten bahsetmeye utanırdım. Yapabileceğim tek şey dinlemek olurdu. Ama
aklın yerinde olsaydı anlatmazdın ki sen de. İnsanlar acılarını içlerinde
kilitli kapılar ardına saklıyorlar ve bu
yüzden pek bir şey öğrenmiyorlar onlardan. Oysa başkalarından değil, kendi
acılarından bahsetseler, bağıra bağıra anlatabilseler, ya da ilk kez
tanıştıkları birine için için anlatabilseler, hepsinin öğretecekleri ayrı,
görecekler. Ama insanlar anneannecim, en çok başka insanlardan bahsediyorlar ve bu
benim çok canımı sıkıyor.
Bu yüzden yarın gördüğüm ilk çocuğa diyeceğim ki, sana
verebileceğim bir tek öğüt var, eğer yeni tanıştığın bir insana yaranı açıp
hikayesini anlatmaya başlıyorsan, bu çok nadiren başına gelir, ona emek ver.
Hikayeyi anlattığın insan, o yaraya sen göstermeden dokunmuşsa,
bu gelirse bir kez başına gelir. O’na
elini ver.
Ve hiç bırakma.
Niçin o kadar insan, doksan yıllık yaşanmışlık içerisinde
yalnız dedemi hatırlıyorsun, anlayabiliyorum. İnsanın, gün gelip de her şeyi unutacağı
an, hayatının sayfalarının içerisinden seçebileceği temiz bir aşk hikayesi
olmalı hayatta. Hatırlamak için bir tek hikaye hakkın varsa ve sen bu hakkı aşktan
yana kullanıyorsan, ne mutlu sana. Çünkü aşkın aslı, tekamüle ulaşmada en güzel
araçtır. Aşık olduğumuzda, daha iyi
olmak için isteyerek ya da istemeden, normal şartlarda göstermediğimiz çabayı gösteririz. Kapatmış olduğumuz kapılarını fark etmeden
açarız içimizin. Bu yüzden bir kitabın
sonuna en çok aşıkken ağlarız. Bir insanı sevmekle başlar her şey, diyor ya
hani Sait Faik, o hesap.
Sen çınarsın anneanne. Biz bozkırlarda yürüyoruz. Seçecek hikayemiz yok her birimizin. Bundandır
devam ediyor Abasıyanık, “Burada her şey bir insanı sevmekle bitiyor.”
İşte Kireççilerin Rabia; tüm bu sebeplerden, o renkli
mandallarda bir buçuk saattir benim göremeyip, senin görebildiğin ne varsa, hepsine
selam olsun. Deliliğe yatkınlığım senden
ötürü, bir de cebime yıldızlı bir hikaye
koyarsam senin gibi, tamamdır.
Temmuz 2017, Bergama
****
On Mart iki bin on sekiz. Sabah 09.00. Anneannemin ağzından son sözleri döküldü.
"Mehmet geldi. Bak, ayakkabılarımı giydim gidiyorum."
Hayatımda tanıdığım en güçlü, en bilge, en aşık kadın; bize göre çıplak ayak hayata veda etti, ona göre en güzel ayakkabılarıyla sevdiği adama koşarak gitti.
****
Temmuz 2017, Bergama
****
On Mart iki bin on sekiz. Sabah 09.00. Anneannemin ağzından son sözleri döküldü.
"Mehmet geldi. Bak, ayakkabılarımı giydim gidiyorum."
Hayatımda tanıdığım en güçlü, en bilge, en aşık kadın; bize göre çıplak ayak hayata veda etti, ona göre en güzel ayakkabılarıyla sevdiği adama koşarak gitti.
****