renkli mandallar ve cebimdeki yıldızlar.






-Sen Kireçci Mehmet’i tanıyor musun Anneanne?
-Tanımaz mıyım ya, kocam o benim.
-Ben kimim peki?
-Ne bileyim ben…

Anneanne, Kireçcilerin Rabia, sen öyle güzel insanmışsın ki, daha uzun ömürlerin olsun, dünyaya veda etmeden önce hayat senin hafızanı aldı. Biliyor musun, bu dünyada bir süre yaşadıktan sonra ya delirmeli, ya da hafızasını yitirmeli insan. Bazen ilkine çok yaklaştığımı hissediyorum. Ama burada, sen bahçedeki mandal sepetine bakarken seninle konuştuğum için değil. Aksine, bu, uzun zamandır yaptığım en akıllıca iş.
Sen var ya, sen unutarak hayat boyu canını sıkan her şeyden ve herkesten ve hatta hayatın kendisinden bile kendi nev-i şahsına münhasır intikamını almış oldun. Çünkü anneanne, unutmak istediğim bir gerçek varsa o da; unutmanın, bir insanı cezalandırmak için en etkili yol olduğudur.  Çünkü en büyük korkusudur küçük insanın, unutulmak.
Yaşadıklarının ağırlığını taşımadığı için gözlerin, öyle manasız bakıyorsun insanın suratına. Çünkü biz küçük insanlar yaşam boyu mana’yı arar bulamayız,  gözlerimizde tüm arayışlarımızın yorgun ağırlığı kalır.
Bizim bahçeyi kuş bakışı gören apartman sakinleri, kendi aralarında ‘deli mi?’  diyecekler benim için. Varsın desinler. Sen mandal sepetini izle, ben sana içimi dökeyim anneanne. Hem nedir akıl? Sorgusuz sualsiz, yazılanı yaşamak mı? Haşa Hak’tan değil, insanların birbirine yazdıklarından bahsediyorum. Bunu yapanların en büyük yanılgısı, dayatılanı yaptıkları sürece başardıkları sanrısına kapılmak. Başarı anneanne, sana desem daha iyi anlayacaksın onlardan, biliyorum; tüm bu egzoz kokulu karmaşa içinde özünü bulabilmektir, o karmaşaya dahil olabildiğin için kendini özel hissetmek değil. Dev bir fotokopi makinası fikrine kapılmıştım geçenlerde.  Bence insanın hikayesinin ana hatlarından oluşan iskeleti ve tüm ilişkileri oradan çoğalıp bizlere ulaşıyor ve insanlar, kendi başarısız ayrıntılarını ekliyorlar bu iskelete. Ne komik değil mi? Ah, bence değil. Aksine ne yorucu bilsen, kendininkini düzeltmen yetmiyor, burada hikayeler bütünleşik, düzeltme yapılmamış fotokopi hikayelere kahraman olmak, yaşadığın tüm güzel anların bedeli gibi.
Mesela seni tutsak gibi görüyorlar. Artık bu bahçeden çok çıkamıyorsun, alakasız noktalara sabitleniyorsun diye. Balkonlardan seni bir tutsağı izlermiş gibi izliyorlar bunu hissedebiliyorum. Çünkü insanlara göre mutluluğun yolu, kendilerininkinden daha acıklı hikayeleri izlemekten geçiyor. Televizyonlar bunun için var. Peki söylesene bana, yirmibeş yıllık ev taksidine girip, yirmibeş yıl kılını kıpırdatamayacak olan onlar mı daha özgür, aklının iplerini salmış sen mi? 
İtiraf etmeliyim ki, sen beni hatırlıyor olsaydın, aşık olduğu adamın, kızının ve torununun cenazesine katılmış bir kadına hayattan ve delilikten bahsetmeye utanırdım. Yapabileceğim tek şey dinlemek olurdu. Ama aklın yerinde olsaydı anlatmazdın ki sen de. İnsanlar acılarını içlerinde kilitli kapılar ardına saklıyorlar ve  bu yüzden pek bir şey öğrenmiyorlar onlardan. Oysa başkalarından değil, kendi acılarından bahsetseler, bağıra bağıra anlatabilseler, ya da ilk kez tanıştıkları birine için için anlatabilseler, hepsinin öğretecekleri ayrı, görecekler. Ama insanlar anneannecim, en çok başka insanlardan bahsediyorlar ve bu benim çok canımı sıkıyor.
Bu yüzden yarın gördüğüm ilk çocuğa diyeceğim ki, sana verebileceğim bir tek öğüt var, eğer yeni tanıştığın bir insana yaranı açıp hikayesini anlatmaya başlıyorsan, bu çok nadiren başına gelir, ona emek ver.
Hikayeyi anlattığın insan, o yaraya sen göstermeden dokunmuşsa,  bu gelirse bir kez başına gelir. O’na elini ver.
Ve hiç bırakma.
Niçin o kadar insan, doksan yıllık yaşanmışlık içerisinde yalnız dedemi hatırlıyorsun, anlayabiliyorum. İnsanın, gün gelip de her şeyi unutacağı an, hayatının sayfalarının içerisinden seçebileceği temiz bir aşk hikayesi olmalı hayatta. Hatırlamak için bir tek hikaye hakkın varsa ve sen bu hakkı aşktan yana kullanıyorsan, ne mutlu sana. Çünkü aşkın aslı, tekamüle ulaşmada en güzel araçtır. Aşık olduğumuzda,  daha iyi olmak için isteyerek ya da istemeden, normal şartlarda göstermediğimiz çabayı gösteririz.  Kapatmış olduğumuz kapılarını fark etmeden açarız içimizin.  Bu yüzden bir kitabın sonuna en çok aşıkken ağlarız. Bir insanı sevmekle başlar her şey, diyor ya hani Sait Faik, o hesap.
Sen çınarsın anneanne. Biz bozkırlarda yürüyoruz.  Seçecek hikayemiz yok her birimizin. Bundandır devam ediyor Abasıyanık, “Burada her şey bir insanı sevmekle bitiyor.”

İşte Kireççilerin Rabia; tüm bu sebeplerden, o renkli mandallarda bir buçuk saattir benim göremeyip, senin görebildiğin ne varsa, hepsine selam olsun.  Deliliğe yatkınlığım senden ötürü,  bir de cebime yıldızlı bir hikaye koyarsam senin gibi, tamamdır.

Temmuz 2017, Bergama

                                                                          ****



On Mart iki bin on sekiz. Sabah 09.00. Anneannemin ağzından son sözleri döküldü.

"Mehmet geldi. Bak, ayakkabılarımı giydim gidiyorum."

Hayatımda tanıdığım en güçlü, en bilge, en aşık kadın; bize göre çıplak ayak hayata veda etti, ona göre en güzel ayakkabılarıyla sevdiği adama koşarak gitti.


                                                                         ****













1 yorum:

Ebru dedi ki...

Çok içten. , çok içimizden olmuş. Kalemine yüreğine sağlık arkadaşım .

Vitrindeki Van Gogh

Kötü bir rüya gördüğümü söylediğimde, “Sus, sakın kimseye anlatma. Suya anlat. Akıp gitsin” derdi anneannem. Ben de koşa koşa bahçedeki ta...